Öncelikle Radyoloji nedir? Radyologlar ne yapar?
Radyoloji, vücudumuzdaki hastalıkları ultrason, tomografi, emar ve anjiografi gibi görüntüleme yöntemleriyle inceleyerek tanı koyan bilim dalıdır. Radyologlar da, bu filmleri yorumlayarak rapor haline getirir, böylece hastanın mevcut hastalığına tanı konulmasındaki en önemli mihenk taşıdır.
Girişimsel Radyoloji nedir ? Girişimsel Radyologlar ne yapar?
Girişimsel radyoloji ise Radyoloji uzmanlığını tamamlayan hekimlerin istedikleri takdirde eğitim alabilecekleri üst ihtisas gibi de düşünülebilecek özel bir alanıdır. Bu eğitim sonunda Girişimsel Radyoloji diploması ile birlikte Girişimsel radyolog ünvanı alırlar. Girişimsel Radyologlar ultrason, tomografi, emar ve anjiografi gibi görüntüleme cihazlarını kullanarak birçok hastalığı dokuya en az travmayla yani minimal invazif yöntemlerle "ameliyatsız" olarak tedavi ederler. Girişimsel Radyologların en fazla iş yükünü kanserli hastaların tanı ve tedavi işlemleri oluşturur ki bu işlem grubu Girişimsel onkoloji olarak adlandırılır.
Girişimsel Onkoloji’nin bugünlere geliş süreci
Eskiden, kanser tanısını koymak sadece cerrahi yöntemlerle mümkündü. Bu zorunluluk, önce meme, tiroid ve karaciğer gibi ultrasonografi ile kolay ulaşılabilecek doku tümörlerinde ortadan kalktı. Bu tümörlerin tanısı ultrason sayesinde iğne biyopsileri ile saptanmaya başlandı. Daha sonra, akciğer, pankreas, böbrek, dalak ve kemik gibi ulaşılması nispeten daha zor organların tümörlerine de iğne biyopsileri ile tanı konulmaya başlandı. Günümüzde, ultrason tomografi ve emar gibi görüntüleme yöntemleri ile vücudun neredeyse her bölgesinden iğne ile doku biyopsisi alınabilmektedir.
Artık neredeyse tüm biyopsiler görüntüleme eşliğinde ince ya da kalın iğnelerle yapılmaktadır. Kalın iğne ile hücre ile birlikte doku da alındığından tanı kolaylaşmaktadır. Görüntüleme eşliğinde yapılan biyopsiler sayesinde hastalar gereksiz ameliyatlardan kurtulmakta ve tedavi süreci daha hızlı başlayabilmektedir.
Tümörlü dokuya ultrason, tomografi gibi cihaz kılavuzluğunda iğne ile girilebilmesi, aynı tümöre özel iğnelerle girilip tedavi edilebilme fikrini ortaya çıkarmıştır. Günümüzde perkütan ablasyon dediğimiz biyopsiye benzer şekilde ancak özel iğnelerle tümörlü dokuya girilerek ısıtma, dondurma ya da yüksek dozda elektrik akımı verme gibi yöntemlerle kanserli alanın tahrip edilmesi sıklıkla uygulanır olmuştur. Bu şekilde tedavi yönteminin uzun dönem çalışma sonuçları incelendiğinde cerrahi ameliyatlara benzer olumlu sonuçlar verdiği görülmüştür. Cerrahiden farklı olarak, perkütan ablasyonda işlem sadece lokal anestezi ya da hafif sedo-analjezi ile yapılabilmektedir. Hem iğne deliğinden giriş yapılabilmesi, ameliyatlarda olduğu gibi geniş kesiler olmaması, hem de hafif anestezik yöntemlerle yapılabilmesi nedeniyle genellikle 24 saat sonra hasta evine dönebilmektedir. Görüntüleme yöntemleri eşliğinde olması tümörü doğru yerden tedavi etme şansı vermektedir. Ayrıca zaman içerisinde tümörde bir yenileme tespit edilirse, perkütan ablasyon gerektiğinde defalarca aynı kolaylıkla tekrar yapılabilmektedir.
Girişimsel onkolojide uygulanan bir diğer tedavi şekli de arteryel girişimlerdir. Bu işlemlerde anjiografi cihazı temel görüntüleme yöntemidir. Tümörü besleyen atardamarlar anjiografik görüntü ile tespit edilir. Kasık damarından girilerek bu tümör besleyicisi atardamarlara çok ince kataterlerle ulaşılır, tümörlü dokunun beslenmesini bozacak aynı zamanda büyümesini engelleyecek tıkayıcı madde ve kemoterapi ilaç karışımları verilir. Bu işlem kemoembolizasyon adıyla bilinir. Bu tedaviler vücudun tümüne değil, besleyici damarlardan direkt olarak tümörlere uygulandığından klasik yöntemlere göre daha etkilidir. Örneğin, bir tümöre kol toplardamarından kemoterapi verildiğinde, ilaç vücuda eşit olarak dağılıp daha sonra tümöre gelirken, kemoterapi arteryel yolla yani tümörü besleyen atardamardan verildiğinde, tümöre 10-20 kat daha yoğun olarak nüfuz eder. Tümör damarlarının tıkanmasıyla birlikte kemoterapi ilaçlarının verilmesi, ilacın haftalarca direkt olarak tümörü etkilemesini sağlar. Benzer şekilde, tümörlü doku atardamarlarına radyoaktif madde yüklendiğinde sadece tümöre yönelik yoğun bir radyoterapi yapılmış olur. Bu yöntem de Radyoembolizasyon adıyla bilinir. Nükleer Tıp hekimleri ile koordineli çalışılır. .
Sonuç olarak;
İğne ile anormal (kanserli) dokuya görüntüleme kılavuzluğunda girme hem tanıda hem tedavide başarı şansını arttırmaktadır. Bunun yanında cerrahi geniş kesiler yerine iğne deliğinden giriş, büyük anestezik uygulamalar yerine lokal ya da hafif anestezi işlem sonrası hastanın rutin yaşantısına dönmesini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca uygun hastalarda, kemoembolizasyonun geleneksel kemoterapiye, radyoembolizasyonun ise dışardan uygulanan radyoterapiye üstünlükleri tartışılmayacak kadar belirgindir. Net olarak ortadadır ki, girişimsel onkoloji kanser hastalarına hem tanı hem de tedavi alanında birçok yenilik ve avantaj sunmaktadır.